BLOG

Gürhan AKDOĞAN

gurhanakdogan@gmail.com

Laiklik cumhuriyetimizin vazgeçilemez en temel değeridir

Değerli dostlarım;10 Nisan günü birileri bir kurumun yıldönümünü kutlarken Cumhuriyetimiz için vazgeçilmez olan laiklik gününü unutsalar da, birileri gerçekten laik Cumhuriyetle bitmez tükenmez dertleri olduğu için, unutturmak istese de yada yine bazı laiklik karşıtı kişiler laikliğin ve devrimlerin kurucu partisinde laikliğin yeniden tanımlanması lazımdır diye raporlar hazırlasa da, cemaatlere şirin görünmek için onlar sivil toplum örgütüdür diye ifade etse de   bizler inadına laikliğin her daim tehdit altında olacağının farkında olarak o günü unutmuş olamayız ve unutulmasına da göz yumamayız. Laik Cumhuriyetin tehdit altında olduğunu en son Feto’nun darbe girişiminde yaşadık oysa yıllardır cemaatin nasıl bu duruma hazırlandığını, siyasete egemen olduklarını, seçimlerde ve kurum atamalarında, hatta yargı mensuplarını belirlemede nasıl örümcek ağı gibi bir paralel yapıyı oluşturduklarını gördük. Oysa biz en az kırk yıldır, şimdi ki Feto’nun, o zamanın Fettullah Gülen cemaatinin karşısında dururken, cemaatlerin, şeyhlerin, siyasete egemen olma anlayışları ile mücadele ederken bizi başka şekilde yaftalayanlar bugün bizim durduğumuz noktaya gelip Feto’ya karşı duruyor oldular. Günaydın diyelim. Laiklik olmadan Cumhuriyetten ve gerçek demokrasiden söz edilemez. Laiklik, Cumhuriyetimiz’in ve Aydınlanma Devrimleri’ nin en yaşamsal adımıdır. Cumhuriyet Halk Partisi, kurucusu ve ilk Genel başkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde saltanatı kaldırdı. Cumhuriyeti kurdu, hilafete son verdi, ulusal birliği sağladı. CHP’nin gerçekleştirdiği reformlarla çağdaş Türkiye Cumhuriyeti biçimlendi, kökleşti, gelişti. Ülkemizin örnek ve model olarak bütün dünyada ilgiyle izlenen bu modernleşme tarihinin temelinde İKİ TEMEL SİYASİ İLKE vardır: Birincisi: ırk, kan, kafatası ölçülerini reddeden, etnik ve sosyolojik kimliği inkâr etmeden etnik kimlikleri yerel ve yöresel bağımlılıkları aşan bir ulusal kimlik anlayışı. Uluslaşma politikası. İkinci temel ilke ise, din, siyaset ve laiklik anlayışıyla ilgilidir. Müslüman bir toplumda en geniş din ve ibadet özgürlüğü ile laik bir devlet düzeninin birlikte sürdürülebilmesi pek çok kişinin gözünde Türkiye’yi örnek bir ülke haline getirmektedir. Demokrasinin özünün LAİKLİK olduğunu öğrenmenin en pahalı, en acılı yolu, laikliği ve dolayısıyla demokrasiyi yitirip teokratik bir diktanın tutsağı olmaktır. ADD nin laiklik günü ile ilgili öğretici bir o kadarda içerikli Laiklik günü açıklamasından birkaç paragrafı sizlerle paylaşmak istiyorum.

DEMOKRASİNİN OLMAZSA OLMAZIDIR LAİKLİK!

Uluslaşmanın, ulusal bağımsızlığın, birlikte yaşamanın, düşünce ve düşünceyi yayma özgürlüğünün, bilim, sanat ve kültürde üretkenlik ve yaratıcılığın, kadının insan olarak eşitliğinin, fikri hür irfanı hür vicdanı hür yurttaşlar toplumu olmanın, çocukların dünya çocukları ile yarışabilecekleri bilimsel bilgi ile yetiştirilmelerinin, topyekûn kalkınmanın, emeğin en yüce değer olduğu bilincinin, üretmenin ve hakça bölüşmenin, hukuk devletinin, dünya uluslar ailesinin onurlu üyesi olmanın, kısacası İNSAN GİBİ YAŞAMANIN TEMEL DİREĞİDİR LAİKLİK!

9 Nisan 1928’de, Başbakan İsmet İnönü ve 120 arkadaşının verdiği kanun teklifi ile 1924 Anayasası’nın “Türkiye Devleti’nin dini, Din-i İslam’dır, Resmi Dili Türkçedir, Makarrı Ankara şehridir" diyen 2. maddesinden “Devletin dini, Din-i İslam’dır" tümcesi ve 26. maddesinden de din işlerinin düzenlenmesini TBMM’nin görevleri arasında sayan cümle çıkartılıyordu. 9 Nisan 1928’de anayasanın bu dört maddesinde yapılan değişiklikler 264 üyenin oy birliği ile kabul edildi ve 10 Nisan 1928 tarihli Resmî Gazete’de 1220 sayılı yasa olarak yayınlanarak yürürlüğe girdi. 5 Şubat 1937’de bir adım daha atıldı ve LAİKLİK; ruh ve uygulama ile zaten var olduğu Anayasa’da ilke olarak da yer aldı. Böylece artık Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hiçbir işi din kuralları ile, naslar ile görülemeyecekti. 

Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları da 23 Nisan 1920 tarihinde Büyük Millet Meclisini açarken yetkiyi Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi (Halife-i rûy-i zemin) olarak görülen padişahtan değil, Ulusal İstenç’ten (Milli İrade’den) alarak, kurdukları Büyük Millet Meclisi İdaresinin niteliğini ilan eden çok önemli bir adım atmışlardır. Bu adım; sadece işgal altındaki bir vatanı bağımsızlığına kavuşturmanın değil, bin yıllardır süren bir düzeni yıkarak kuldan özgür yurttaşa ulaşmanın da adımıdır. Nitekim Atatürk ve Cumhuriyet Devrimcileri “Hâkimiyet Bilâ Kaydü Şart Milletindir” tümcesini Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun 1. Maddesine yazmış, Türkiye Büyük Millet Meclisi duvarına da silinmemek üzere asmışlardır. Günümüzde “EGEMENLİK KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR” şeklinde simgeleşen bu temel ilke, bazı kesimleri çok rahatsız etmekte, farklı biçimde anlatılmaya çalışılmakta, daha acısı bu kesimler memleket dahilinde iktidara sahip olanlarca korunup kollanmaktadır.Ulusal Kurtuluş Savaşımızın zafere ulaşmasından hemen sonra, güçlü bir devrimci irade ile 1 Kasım 1922’de 600 yıllık saltanat ve 3 Mart 1924 tarihinde hilafet kaldırılarak MİLLET EGEMENLİĞİ kesinleştirilmiş, 10 Nisan 1928’de de devlet uygulamada laikleştirilmiştir.

Hiç unutulmamalıdır; LAİKLİK, hepimizin altında güvenle yaşadığımız Cumhuriyet Kubbesi’ nin KİLİT TAŞIDIR, zinhar oynanmamalıdır!